2020 Haziran Ayı Gazeteciler Hak İhlalleri Raporu

Bu ayki raporumuzun içeriğini de ne yazık ki basına yönelik baskılar, soruşturmalar, davalar, gözaltılar ve tutuklamalar oluşturuyor. Öyle ki, geride bıraktığımız Haziran ayında da basın özgürlüğü açısından kötü günler yaşandı. Her ne kadar özgürlüklerine kavuşan arkadaşlarımız olsa da, cezaevindeki gazetecilere yenileri eklendi. Bu durum yaşanan tahliyelere sevinmemizi engellemiş, kaygı ve üzüntülerimizi de devam ettirmiştir. Gazetecilerin tutuklanmadığı veya gözaltına alınmadığı herhangi bir ay neredeyse yok. Buradan yola çıkarsak Türkiye’nin gazeteciler için bir cezaevine çevrildiğini rahatlıkla görebiliriz.

Oysaki en kötü savaş dönemlerinde bile basın emekçileri özgürce çalışabilmeli, mesleklerini doğru habercilik temelinde yapabilmelidir. Ancak Türkiye’de tam tersi bir durum söz konusudur. AKP-MHP iktidarının basın birimi gibi çalışan iktidar yanlısı medya dışında tüm basın çalışanları baskıya maruz kalıyor ve terörize edilerek mesleğin dışına itilmeye çalışılıyor. RTÜK’ün son olarak Tele-1 ve Halk TV’ye verdiği 5 günlük yayın durdurma cezası yaşadığımız kâbusun son örneğidir.

Şu unutulmamalıdır ki; bir yerde basına yönelik baskı varsa orada yönetenlerin görülmesini istemediği, halka ulaşmasından korktuğu gerçekler vardır. Basına yönelik tüm baskıların kaynağı da işte budur. İktidar kanadı, halkın olan biteni tüm gerçekliğiyle görmesini engellemek için doğru habercilik yapan gazetecileri engelleme yolunu seçmiş ve kendi medyasını oluşturmuştur. Özetle; halkın AKP ve MHP dışındaki hiçbir çevreyi görmesi ve duyması istenmiyor.

Raporumuzda 2020 yılı Haziran ayına ait gazetecilere yönelik hak ihlallerinin istatistikleri ve ayrıntılı verilerini bulacaksınız. Verilerde de anlaşılacağı üzere Haziran ayı gazeteciler açısından pek de iç açıcı geçmedi.

Televizyonları, ajansları, gazeteleri, radyoları ve dergileri büyük ölçüde etkisi altına alan iktidar şimdi de sosyal medyaya göz dikmiş durumda.  Yapılacak düzenlemelerle muhalif seslerin duyulduğu çok az sayıdaki mecralardan biri olan sosyal medya da denetim altına alınmak isteniyor. Daha önce gelen tepkilerden sonra geri adım atmak zorunda kalan hükümet, sosyal medyayı da kontrolüne geçirmekte kararlı. İktidar, sosyal medya kullanıcılarına erişim engeli getirmek veya sosyal medyayı bir bütün olarak denetimi altına almak istiyor. Bu istek bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmiş ve sosyal medya ‘terör alanı’ ilan edilmiştir. İktidar, bu isteğini gerçekleştirirse basın özgürlüğünün aldığı yaralara bir yenisi daha eklenmiş olacak. Bu yanlış adım hiç atılmamalı ve sosyal medya düşünce özgürlüğünün pratikleştiği, her kesimin görüşlerini dile getirebildiği bir mecra olarak kalmalıdır.

Her geçen gün halktan biraz daha uzaklaşan bir kesim medya ise iktidara yaranmak için meslek etiğini daha fazla zedelemeye ve gazeteciliğe zarar vermeye devam ediyor. Bunun en somut örneklerinden birini geçtiğimiz ay yaşadık. Meclis’in üçüncü büyük partisi olan HDP’ye uygulanan ambargo, bazı televizyon kanallarının kendilerini ifşa etmesiyle ayyuka çıktı. “Biz özel bir televizyonuz, HDP'lileri kendi yayın çizgimiz gereği davet etmiyoruz” türünden yapılan açıklamalar, aslında sansür ve otosansürün ne denli içselleştirildiğinin açık bir kanıtı niteliğinde.

Tam da bu nokta da hatırlatmak gerekiyor; bu yayın kuruluşlarının çizgisi gazetecilik çizgisinden üstün değildir. Gazetecilik çizgisi de konuyu muhataplarıyla konuşmayı, ya da konunun muhataplarına söz hakkı tanımayı gerektirir. Bu örnek de bize gösteriyor ki; iktidar yanlısı basın gerçeklerin kasabına dönüşmüştür. Mevcut hükümetin yaratmak istediği basın profili de maalesef budur.

Yaşanan baskıların basın özgürlüğü açısından ne kadar karanlık bir tablo oluşturduğunu hep birlikte görüyoruz. Ne baskılar, ne de hükümet yanlısı basının pratiği vicdanlı hiçbir gazetecinin kabul edebileceği şeyler değildir. Gazeteciliğin doğası da bu iki durumu zaten reddediyor. Gazetecilik, ne iktidarların tekeline sokulacak kadar basit bir meslek, ne de baskı uygulanarak bitirilecek kadar önemsiz bir hizmet alanıdır. Bundan dolayı baskılar biran önce son bulmalı ve oluşturulan “havuz” da kurutulmalıdır. Aksi durum demokrasi ve özgürlükler karnesindeki zayıfları çoğaltmanın ötesinde hiçbir şey getirmeyecektir.

Başlarken, gazetecilerin halen tutuklandığı, baskı altında tutulmaya çalışıldığından bahsetmiştik. Bir kez daha tekrarlamak istiyoruz; tutuklu meslektaşlarımızın bir an önce özgürlüğüne kavuşması gerekiyor. Onlar gerçeği duyurmak, doğruları aktarmak dışında hiçbir şey yapmadılar. Bunun karşılığı dünyanın hiçbir yerinde cezaevi değil. Artık Türkiye’de de öyle olmalı ve tutuklu tüm meslektaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Basın özgürlüğü sağlanana ve gazeteciler özgürlüklerine kavuşana kadar yazmaya, söylemeye, duyurmaya devam edeceğiz. Kendisine gazeteciyim diyen ve mesleğini layıkıyla yapmak isteyen tüm meslektaşlarımızı da baskı ve zora karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.