İktidarlar gerçekleri karartmak istediklerinde ilk el attıkları alan basın ve medya alanı olmakta. Böylelikle üstü örtülen gerçekler ile halkın bağı koparılmaya çalışılır. Lakin gerçeklerin de er geç açığa çıkma gibi bir huyu vardır. Durum böyle olunca egemenlerle gerçekler sürekli bir çatışma halindedir.
Geride bıraktığımız ay içerisinde de basına yönelik baskılar devam etti. Ağustos ayı da ne yazık ki gazeteciler açısından saldırı, tehdit, engel, sansür, soruşturma ve davalarla geçti. Tüm toplum gazetecilere yönelik hak ihlallerinin sona ermesini beklerken, iktidar kanadının politikalarından dolayı tam tersi bir durum söz konusu. Toplumu bilgilendirmek gibi çok kritik bir sorumluluğu bulunan basın emekçileri halen hedef tahtasında ve saldırıların merkezinde.
Geçtiğimiz ay basına yönelik hak ihlallerinden biri de ekran karartmaları ve erişim engelleri oldu. TELE 1 Televizyonuna İkinci Albulhamit’e yönelik eleştirel içeriklerden dolayı 5 günlük ekran karartma cezası verildi. Bu kararla iktidarın güncel ya da geçmişle ilgili tüm eleştirilere kulak kapattığı ve basın özgürlüğünü dikkate almadığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Ve TELE 1’in ekranı karartıldı. Ağustos’ta ayrıca birçok habere de erişim engeli getirildi. Bu durum sadece basının haklarını ihlal etmemiş aynı zamanda toplumun haber alma hakkını engellemiştir. Yani, erişim engeli sadece haber sitelerine değil halkın bilgilenme hakkına da yapılmıştır.
Kamuoyunun yakından takip ettiği tecavüz olayında da hedef ne yazık ki failden daha çok vahşeti açığa çıkaran ve kamuoyuna duyuran gazeteci oldu. Günlerce alıkoyduğu İpek Er’i intihara sürükleyen ve ölümüne neden olan tecavüz sanığı Uzman Çavuş Musa Orhan tutuklandıktan sonra çok kısa bir süre içerisinde serbest bırakıldı. Ancak olayın haberini yapan gazeteci İdris Yayla hakkında soruşturma başlatıldı. İktidar ve yargı bu olayda da gazeteciliği sorgulama pozisyonunda yer almıştır. Bu tutum basın özgürlüğü açısından kabul edilebilecek bir şey değildir. Meslektaşımız İdris Yayla hakkında başlatılan soruşturma bir an önce düşürülmelidir.
Ağustos ayında yaşanan en dikkat çekici olaylardan biri de ajanlaştırma girişimi oldu. Evrensel Gazetesi Diyarbakır Temsilciliği'nde görevli gazeteci Cengiz Anıl Bölükbaş, kendilerini polis olarak tanıtan üç kişi tarafından alıkonuldu. Bölükbaş'a muhbirlik yapması yönünde tehditte bulunuldu. Bu durum dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemez. Buradan bir daha hatırlatıyoruz; gazetecilik herhangi bir kurum için değil toplum için yapılır. Gazeteciler ajan değil, topluma geçeği aktaran emekçilerdir.
Tüm bu baskı ve saldırıların yanında Ağustos ayında haklarında soruşturma başlatılan ve dava açılan gazetecilere de yenileri eklendi. Bunlara son verilmeli ve hiçbir gazeteci mesleğinden dolayı yargı kıskacına alınmamalıdır. Tutuklu meslektaşlarımız için de bir kez daha özgürlük talep ediyoruz. Halen onlarca gazeteci cezaevinde tutuluyor. Türkiye, gazeteciler için bir cezaevi olma konumunu biran önce değiştirmelidir. Gazetecilerin yeri cezaevi değil, haberlerin olduğu sokaklar ve meydanlardır.