TUTUKLU GAZETECİDEN MESLEKTAŞLARINA AÇIK MEKTUP

21 Temmuz 2022
TUTUKLU GAZETECİDEN MESLEKTAŞLARINA AÇIK MEKTUP

Kamu Emekçileri Cephesi Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü gazeteci Fatih Özgür Aydın, tutuklu bulunduğu Adana F Tipi Cezaevi’nden dışardaki gazetecilere açık mektup gönderdi.

Kamu Emekçileri Cephesi Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü gazeteci Fatih Özgür Aydın, tutuklu bulunduğu Adana F Tipi Cezaevi’nden dışardaki gazetecilere açık mektup göndererek, gazetecilik meslek ilkelerine uygun davranmaları çağrısında bulundu.

Aydın’ın mektubu şöyle:

“Sayın; Ayşenur ARSLAN, İsmail SAYMAZ, İsmail KÜÇÜKKAYA, İrfan DEĞİRMENCİ, Deniz BAYRAMOĞLU, Şirin PAYZIN, Özlem GÜRSES, Uğur DÜNDAR, Miyase İLKNUR, Şükran SONER, Orhan BURSALI, Necati DOĞRU, Doğan KILIÇ, Fatih POLAT, Selçuk TEPELİ, Gülbin TOSUN, Yalçın BAYER, Sedat ERGİN, Nevşin MENGÜ, Çiğdem TOKER, Aslı AYDINTAŞBAŞ, Faik BULUT, Emin ÇAPA, Barış TERKOĞLU, Barış PEHLİVAN, Timur SOYKAN, Murat AĞIREL, Barış YARKADAŞ, Ahmet TAŞGETİREN, Mehmet OCAKTAN, Turgay OLCAYTO, Pınar TÜRENÇ, Fikret BİLA, Ece ÜNER, İpek ÖZBEY, Doğan ŞENTÜRK, Mine G. KIRIKKANAT

Adana F Tipi Hapishanesi’nden, “bir kez daha” selamlarımızı gönderiyorum. “Bir kez daha” diyorum, çünkü bundan önce yaşadığımız adaletsizlikleri, hukuksuzlukları sizlere anlattığımız sayısız mektup yolladık. Ancak mektuplarımız elinize ulaşmasına, tüm baskılardan, adaletsizlikten haberiniz olmasına rağmen yok saydınız, sesimizi duyurmadınız.

Size bu mektubu, tutsak bir meslektaşınız olarak yazıyorum. Kamu Emekçileri Cephesi dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü iken, 2017 yılının Kasım ayında tutuklandım ve “gizli tanık” itirafları ile gazetecilik faaliyetlerim gerekçe gösterilerek hakkımda yapılan üç farklı yargılamada, toplam 26 yıl 9 ay 15 gün “ceza” verildi. Üç farklı dosyada da yargılamaları; AYM kararına uymayarak, yaptığı hukuksuz yargılamalar ile “nam salan” ve hizmetlerinin karşılığı olarak, Adalet Bakanı Yardımcılığı ile “ödüllendirilen” Akın Gürlek yaptı.

Pervasızlık, o boyuta vardırıldı ki, iki yıldır hapishanede tutuklu olduğum sırada İdil Kültür Merkezi’nde yapılan baskında gözaltına alındığım yalanıyla; “gizli bölmede yakalandığı için kaçma şüphesi var” denilerek tahliye edilmedim. Size bu konuda mektup yazarak, bir meslektaşınız olarak sesimi duyurmanızı istedim. Ancak Akın Gürlek’sin verdiği birçok hukuksuz kararı ya da tutuklanan gazeteciler için canlı yayınlara kadar haber yaptığınız halde beni yok saydınız.

Yine bulunduğumuz Adana F Tipi Hapishanesi’nde yaşadığımız ve yaşam hakkımıza direkt olarak kasteden “ağız içi arama” dayatmaları ile ilgili size mektup yazdık. Jandarmanın hastane sevkleri sırasında, öncesinde gardiyanlar tarafından üç defa aranmamıza rağmen, “ağız içi arama” dayattığını, buna yasal olarak yetkisi olmadığı için bu dayatmayı kabul etmediğimizden dolayı hastaneye götürülmediğimizi, tedavimizin engellendiğini anlatmamıza rağmen sesimizi duymadınız. Bu ve buna benzer hak ihlalleri sonucu ne oldu biliyor musunuz? Önce iki tutuklu, bulundukları hücreleri ateşe verdiler. Ardından da başka bir tutuklu, kendini asarak intihar etti. Bunların hepsi, bir hafta içerisinde oldu.

Ve son olarak size Ölüm Orucu’nda olan arkadaşlarımız Sibel BALAÇ ve Gökhan YILDIRIM için yazdık. Arkadaşlarımızın taleplerinden haberdarsınız. Bu taleplerin hangisi, normal şartlarda uğruna ölmeyi gerektirir? Hiçbiri. Ancak arkadaşlarımız, bu talepler için ölmeyi göze almak zorunda kalıyorlarsa, gazetecilik mesleğinin temeli olan 5N1K ile sorular sormanız gerekmez mi? O soruları sorduğunuzda bulacağınız cevaplar, eğer samimiyseniz, sizin de kendi sorumluluğunuzun farkına varmanızı sağlayacaktır. Ölüm orucu bir sonuçtur ve bu sonucun nedenleri vardır. O nedenlerden biri de basının, hapishanelerdeki insanların yaşadıklarını görmezden gelmesi-sansürlenmesidir. Burada bahsettiğim; iktidarın borazancı lığını yapan, ruhunu-kalemini satmış gazeteciler değildir. Bahsettiğim; düzenin çizdiği muhaliflik sınırları içerisinde muhalif gazetecilik yapan, sınırın bir adım dışında olanları, ağır bedeller ödeyenleri görmezden gelen gazetecilerdir. Kendi ayaklarına basıldığında dünyayı ayağa kaldıran ama kendilerinin dışındakilerin, bırakalım ayaklarına basılmasını, ayaklarının kırılmasını görmezden gelen gazetecilerdir.

Öyle günler yaşıyoruz ki, herkes sınavdan geçiyor. Gazeteciliğin meslek ahlakı, gazetecilerin aydın olma sorumluluğu, halka gerçekleri göstermeyi zorunlu kılıyor. Bugün hayat sizden, Emile Zola olup hapishanelerde ölüme sürüklenen ya da ölümüne direnen insanlara sansür ya da oto-sansür uygulayanları “itham etmenizi” bekliyor.

Yargı-RTÜK “sopasıyla” sürekli “dövülen”, soruşturmalarla, göz altılarla, “Silivri” ile tehdit edilen, iktidarın beslemesi trollerin sözlü saldırılarına ya da çalıştıkları kurumların ve evlerinin önlerinde yumruklu, sopalı, silahlı saldırılara uğrayan basın emekçileri, onurlu aydınlar, gerçeğin savunucusu olmak, yeri gelince “Kral Çıplak” diye bağırmaktan vazgeçmemelidirler.

Halktan yana gazetecilik, aydın olma sorumluluğu; yalanlar karşısında gerçeği söyleme, saklanan, sansür edilen, yok sayılan hakikati halka ulaştırmaktır. Diyarbakır’da tutuklanan 16 meslektaşımızın da tek “suçu”, bedel ödemek pahasına “hakikatleri” haber yapmaktır. Filistin’de işgale karşı direne Filistin halkının, İsrail tanklarına taş atmasını düşünelim. “Ben taş atmaya karşıyım” diyerek Siyonist katillere direnen Filistinlilerin haberini vermezseniz, bu gazetecilik meslek ahlakına ne kadar sığar? Ya da bu haber karşısında oto-sansür uygulayan “üç maymunu” oynayan kişi, aydın sorumluluğunu yerine getirmiş olur mu?

Açlıktan, işsizlikten, yoksulluktan bunalmış, çaresizliğe itilmiş birinin, intihar ederek yaşamına son vermesi, bir çığlık, bir haykırıştır. “Ben intihara karşıyım” diyerek, bu sese kulaklarını tıkamak, vicdanlı bir tavır olabilir mi? Bu insanı bu eyleme iten nedir? Buna mecbur eden nedenleri sorgulamak ve gerçek sorumluların adlarını ortaya çıkarmaktır doğru olan. Bundan kaçıp da o kişiyi suçlamak, en hafif deyimiyle vicdansızlıktır. Kendine, mesleğine yabancılaşmaktır. Kendini yadsımaktır.

Sayın Meslektaşlarım,

Sibel ve Gökhan’ın bedenlerini ölüme yatırmaları, bir sonuçtur. Bu sonucun nedenlerini sorgulamadan, kendi payımıza düşen sorumluluğu düşünmeden, “örgüt talimatıyla yapıyor”, “ben Ölüm Oruç’una karşıyım” demek, bu meslekte bunca yıldır harcadığımız emeğe saygısızlıktır her şeyden önce. Bırakın bu demagojileri, bu zulüm düzeninin sahipleri, adaletsizliklerin sorumluları yapsınlar. Goebbelsler’inin ağızlarındaki çürümüş sakız, kokuşmuş temcit pilavıdır bu sözler. O sakızı çiğnemeyi, o pilavı yemeyi kendinize yakıştırmayın. En azından biz, size yakıştıramıyoruz. Önünüzde tarihi bir yol ayırımı duruyor. Adınızı, tarihe ve halkların belleğine nasıl kazıyacağınız, tavrınıza bağlı. Unutmayın ki insanlar, söyledikleri ile değil, yaptıkları ile anılırlar. Selamlarımla…

Fatih Özgür Aydın

Kamu Emekçileri Cephesi Dergisi

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

F Tipi Hapishane / ADANA

24 Haziran 2022”