Van’ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerlerin gözaltına aldığı Osman Şiban ve yaşamını yitiren Servet Turgut’un helikopterden atılması ve işkenceye uğramasını haberleştirdikten sonra 9 Ekim 2020’de tutuklanan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Adnan Bilen ve Cemil Uğur, Jinnews muhabiri Şehriban Abi ve gazeteci Nazan Sala’nın avukatları, gazetecilerin tahliyesi için 19 Kasım’da Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu.
AYM, yapılan başvuru üzerine 12 Aralık’ta Adalet Bakanlığı’ndan görüş istedi. Bakanlığa bağlı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı, başvuruculardan Cemil Uğur’un bireysel başvurusuna dair AYM’ye görüş sundu.
Bakanlık, Uğur’un çalıştığı yerde ve telefonunda “terör örgütü propagandası yapan” yayınların ele geçirildiğini ve “KCK’nin emir ve talimatları doğrultusunda hareket ederek, hiyerarşik yapısında yer aldığı ve organik bağ kurduğunu” ileri sürdü. Uğur hakkında verilen tutuklama kararına görüşünde yer veren Bakanlık, dosya kapsamında ismi geçenlerin basın kartlarının gerçeliliğinin olmadığını savundu. Bakanlık, “(…) geçerli bir basın kartının Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın belirlediği şartları taşıyan kişilere ancak verilebileceği, doğal olarak mevcut şartları taşımadıklarından söz konusu şüphelilerin basın mensubu olmadıklarının anlaşıldığı (…)” ifadelerine yer verildi.
Bakanlık, “başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik iddialarının kabul edilebilirliğine ilişkin” 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141’inci Maddesi’ne atıfta bulundu. Bakanlık, ilgili bölümde başvurucunun tazminat davası açtığına dair bir veriye rastlanmadığını ve bundan kaynaklı başvurunun kabul edilebilirliğine dair yapılacak incelemede bu hususun dikkate alınması istedi. Bakanlık, “tazminat yolunun tüketilmemiş olması” nedeniyle başvurunun kabul edilmemesini istedi.
Bakanlık, “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik şikayetlerinin esas yönünden incelenmesine ilişkin” ise, KCK’nin ideolojik alan yapılanmasına değindi. Uğur’un “terör örgütü üyesi olmak” iddiasıyla tutuklanmasının “tutuklama tedbirinin kanuni dayanağını” oluşturduğunu belirten Bakanlık, “(…) delillerin içeriği dikkate alındığında tutuklamaya esas alınan delillerin objektif bir gözlemciyi, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği konusunda ikna edecek yeterlilikte olduğu ve tutuklama anında da somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu değerlendirilmektedir” denildi.
Uğur’un tutukluluğu için “inandırıcı delillerin ve kuvvetli suç şüphesinin” bulunduğunu kaydeden Bakanlık, ayrıca tutuklamanın “ölçülü” olduğunu belirtti. Bakanlık, söz konusu gerekçelerle “tutuklamanın şartları oluşmamasına rağmen tutuklandığına yönelik şikayetinin açıkça dayanaksız olması nedeniyle kabul edilemez bulunmasını” istedi.
Bakanlık, Uğur’un 2 köylüye ilişkin yapılan haberlerden kaynaklı tutuklandığının belirtilmesini de “dayanaktan yoksun” olarak değerlendirdi. Bakanlık, bu durumu şöyle savundu: “Başvurucu 09.10.2020 tarihinde sırasıyla kolluk, Başsavcılık ve sorgu hakimliği huzurunda ifade vermiştir. Başvurucuya her üç ifade sırasında okunan deliller arasında O.Ş. (Osman Şiban) ve S.T. (Servet Turgut) hakkında yaptığı haber yer almamaktadır. Bunun yanı sıra ne Başsavcılığın tutuklamaya sevk kararında ne de Van 3. Sulh Ceza Hakimliğinin tutuklama kararında başvurucunun O.Ş. ve S.T. hakkında yaptığı bir habere değinilmemiştir. Başvurucu bu yöndeki itirazını ilk olarak Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuruda dile getirmiştir. Somut olayda başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütüne bağlı basın komitesi içerisinde faaliyet gösterme şüphesi üzerine 12.02.2020 tarihinde soruşturma açılmıştır. Tüm bu sebeplerle başvurucunun yaptığı bir haber sebebiyle tutuklandığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmektedir.”
Uğur’un hukuki temsilini üstlenen Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) avukatları, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını AYM’ye sundu. Uğur’un gazetecilik faaliyetinden kaynaklı tutuklandığını vurgulayan avukatlar, Türkiye’nin insan haklarına saygı konusunda çok zayıf bir sicile sahip olduğunu ve “gazeteciler için dünyanın en büyük hapishanesi” olarak tanımlandığını kaydetti.
Kürtleri etkileyen konularda haber yapan gazetecilere yönelik baskının Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte arttığına dikkat çeken avukatlar, “Gazeteciler üzerindeki bu baskı artarken hükümet kendisini eleştiren veya Türkiye’nin Kürt nüfusunu etkileyen konularda haber yapan birçok gazeteciyi PKK içindeki bir ‘basın yapısına’ üye olmakla ve dolayısıyla bir terör örgütünün amaçlarını desteklemekle suçlamıştır. Bu baskı birçok medya kuruluşunu ve gazeteciyi etkilemiştir” diye belirtti.
Bakanlık görüşünde yer alan “Uğur gazeteci değildir” iddiasına yanıt veren avukatlar, bir kişinin gazeteci olup olmamasının Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının belirlediği kriterlerin belirleyemeyeceğini vurguladı. Avukatlar, söz konusu iddiaya karşı şu cevabı verdi: “Basın kartına sahip olup olmamak gazeteci olmak için bir ön koşul değildir. Nitekim basın kartı verilecek kişileri ve basın kartlarına ilişkin usul ve esasları belirleyen 14/12/2018 tarihli ve 30625 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Basın Kartı Yönetmeliği dahi gazeteciyi 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun kapsamında fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanlar ile 6112 sayılı Kanun kapsamında kurulan radyo ve televizyonların haber birimlerinde çalışanları ve Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun haber birimlerinde çalışanları olarak tanımlamıştır. Ayrıca söz konusu Yönetmelik veya ilgili mevzuat hiçbir gazeteciye basın kartı sahibi olma zorunluluğu da getirmemiştir. Dolayısıyla bir gazetecinin gazeteci olmadığına ilişkin Bakanlık tarafından belirtilen görüş, gazetecilere ilişkin mevzuat hükümleriyle dahi uyumsuzdur. Gazetecilik faaliyeti yürüten her kişi ister bağımsız olsun ister bir yerde çalışan olsun veya ister basın kartı olsun ister olmasın gazetecidir.”
Uğur’un ticari unvanı bulunan Mezopotamya Ajansı Basın Yayın Tanıtım ve Ticaret Limited Şirketi Van Şubesi’nde çalıştığına işaret eden avukatlar, “Başvurucu burada çalışmakta ve muhabirlik yapmaktadır. Zira başvurunun onlarca haberi bulunmaktadır ve bu haberler bir internet sorgusunda dahi kolayca erişilebilir durumdadır. Bu sebeple de başvurucunun gazeteci olduğuna dair hiçbir şüphe bulunmamaktadır” diye kaydetti.
Avukatlar, gazetecilere yönelik soruşturmayı yürüten savcının aynı zamanda Servet Turgut ve Osman Şiban’a işkence yapılmasıyla ilgili kolluk görevlileri hakkında açılan soruşturmayı da yürüten savcı olduğunu anımsattı.
Avukatlar, Bakanlık görüşünde yer alan tazminat iddiasına da yanıt verdi. “Bu argüman söz konusu giderim yolunun mahiyeti bakımından ve yerleşik içtihat uyarınca dayanaksızdır” diyen avukatlar, “Bakanlık görüşü başvurucunun şikayetine ilişkin olmayan beyanlar içermektedir. Dolayısıyla bu anlamda tutuklamanın makul şüphe taşımadığı, tutuklama nedenlerinin mevcut olmadığı ve tutuklamanın ölçüsüz olduğuna ilişkin iddialarının Anayasa Mahkemesi tarafından hızlı bir şekilde incelenmesini talep eden başvurucunun CMK m. 141’de öngörülen tazminat davası yolunu tüketmesine gerek yoktur” diye vurguladı.
Avukatlar, söz konusu duruma tahliye edilen gazeteci Deniz Yücel davasını örnek göstererek, “AYM 141. maddenin tüketilmemesine ilişkin bir karar vermemiş ve başvuruyu kabul edilebilir bularak esasa ilişkin incelemeye geçmiştir. Dolayısıyla, 141. madde başvurusunun Uğur’unki gibi davalar için etkili bir hukuk yolu olduğunu gösteren tek bir dava yoktur” ifadelerini kullandı.
Uğur hakkında “kuvvetli suç şüphesi” bulunmadığının altını çizen avukatlar, Uğur’un hiçbir delil olmaması ve makul gerekçeler bulunmamasına rağmen tutuklandığını kaydetti. İfade sırasında yöneltilen soruların büyük çoğunluğunun arama ve el koyma işlemi sırasında elde edilen fiziki ve dijital deliller üzerinden sorulduğunu anımsatan avukatlar, “Bu deliller kitaplardan, gazete örneklerinden, haber notlarından ve haber kaynakları ile meslektaşları ile görüşmelerinden oluşmaktadır. Gerçekten de bu deliller bir gazetecinin terör örgütüne üye olduğunu dair tarafsız üçüncü kişileri ikna edebilecek nitelikte değildir. Dolayısıyla, başvurucunun hukuka aykırı olarak gözaltına alınması ve tutuklanması sonucunda Anayasa’nın 19. maddesi ile korunan özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edilmiştir” vurgusunda bulundu.
Avukatlar, Uğur’un ifade özgürlüğüne bir müdahale söz konusu olduğuna ve 2 köylünün haberinin yapılmasının devlet yetkililerini rahatsız ettiğini ifade etti. Avukatlar, devamla şu ifadelere yer verdi: “Süleyman Soylu ve Van Valiliği olayla ilgili açıklamalarında ayrımcı ve hedef gösterici bir dil kullanmış, bu durum ana akım medya kanallarının gazetecilerin yalan haber yaptığı algısını oturmaya çalışmasına sebep olmuştur. Başvurucu hakkında 7 ay önce açılmış bir soruşturma varken, söz konusu haberden sonra apar topar gözaltına alındıktan alınması, yalnızca yapılan ev ve ofis aramasında bulunan delillerin başvurucunun tutukluluğuna delil olarak gösterilmesi aslında hiçbir tutuklama nedeninin bulunmadığını göstermektedir. Yargı makamları Van’daki olayla ilgili başvurucunun sesini kesmek için ve kamu makamlarının yükümlülüklerini ihmal ettiği böylesi bir olayı kamuoyu gündemine taşıdıkları için başvurucunun da aralarında olduğu gazetecileri tutuklamıştır.”
Kaynak: https://jailedjournos.com